Turgut Yüksekdağ

Turgut Yüksekdağ

Apology

Yaklaşık 3 yıl olmuş… İsrail askerlerinin İnsani Yardım Vakfı’na ait Mavi Marmara gemisine saldırmalarının üzerinden 3 yıl geçmiş. Oysa daha dün gibi. Zaman ne kadar çabuk geçiyor. 250’nin üzerinde mermi deliği tespit edilen Mavi Marmara’ya yapılan saldırıda 9 Türk vatandaşı öldürülmüştü.

Nedendir bilmem öldürülenler arasında aklımda Furkan Doğan adı kalmış sadece. Belki de öldürülenler içinde yaşı en küçük olan olduğu içindir, bilmiyorum. Ama 19 Yaşında iyi yetişmiş bir genç bu saldırıda öldürüldü ve artık yaşamıyor.

O günden bugüne Türkiye bir diplomasi savaşı veriyor. İsrail’in özür dilemesi en büyük beklentimiz. 9 Cana karşılık özür bekliyoruz 3 yıldır. İsrail özür diler mi, dilemez. Kimden özür dilemiş ki bizden dileyecek.

Tamam da ne için özür? Öldürülen canlara karşılık “özür” nedir ki?

Unutmuştuk biz bu olayı, biz özür dileyecek diyoruz, İsrail oralı bile olmuyor. Umurunda bile değil. İsrail tarihine baktığınızda da göreceksiniz ki böyle konularda İsrail hep küstah tavırlar içinde olmuş.

 

Diğer tarafta kafalar çok karışık. Ülkenin nereye gittiği meçhul.

İmralı’ya gidenler, gelenler, mektuplar.

Terörist başı, Apo falan derken Sayın Başbakan bile “Abdullah Öcalan’ın açıklamasını olumlu buluyorum” deyivermiş.

Türkçe’de güzel bir deyim var “ölümü gösterip sıtmaya razı etmek” diye. Bu durumda cuk diye oturuyor. Yaşananlara tepki gösteren herkesin karşısına şehitler, ağlayan anneler konuluyor. Ölümü istemekle suçlanıyor. Ve deniyor ki ölüm istemiyorsanız görmeyin, duymayın, verin gitsin.

Diyarbakır’daki Nevruz Kutlamaları yıllardır süren bir savaşın sonu oldu belki de. Abdullah Öcalan ve Pkk için artık savaşmaya gerek kalmadı çünkü. Elinde silahlar ile şehre gelip, kutlamalara katılabilirsin, sonra askerin, polisin gözünün içine baka baka gidersin istediğin yere. Bu kadar kolay ve basit oldu.

İstediğin yere Apo’nun fotoğraflarını asabilirsin, terörist başına başkan, lider diyebilirsin mesela. Yüzbinlerce kişi elinde Pkk bayrakları ile “barış” gösterisi yapabilir.. Apo’nun gönderdiği mektup okunuyor yüzbinlere. “Savaşa da Barışa da Hazırız” sloganları atılıyor. Bunun adı da barış.

Yapmayın…

Kandırmayın kendinizi, kandırmayalım kendimizi.

10.000‘e yakın can verdik bu anlamsız savaşta. (Her ne kadar Pkk’lıları da katarak 40.000 rakamı telaffuz edilse de) Bugün barış diye önümüze konulan tablo ile karşılaşmamak için gitti binlerce can, ağladı anneler. Şimdi barışıyor muyuz?

Peki barışalım.

Siz duydunuz mu Pkk’dan, Apo’dan şu ana kadar bir özür, bir pişmanlık sözü. Yanlış yaptık dediklerini duyan var mı? Hep biz söylüyoruz “aslında yanlış yaptık” cümlesini. Ben hiç duymadım onlardan. Hala hep bir ağızdan konuşuyorlar. Ve söylemler hep daha fazlasını istemek üzerine kurulu. Söylemler hep zafer içerikli.

Nasıl barışacağız?

Silahlarını alıp gidecekmiş Pkk’lılar.

Yapmayın?

Diyarbakır’da toplanan, elinde Pkk bayrağı, Apo posteri olanlar nereye gidecek? Onlar Pkk’lı değil mi yoksa? Dağdaki üç beş terörist sınırın 2 adım gerisine gidince mi sağlanacak barış? Kim inanır buna?

Diyarbakır’daki gösteride Apo’nun yazdığı (çok düzgün bir dille yazıldığına dikkati çekmek isterim) ve iki dilde okunan mektubunun satır aralarına bakmak bile yetiyor aslında gelecekte karşılaşacaklarımızı görmek için;

 

“Benim çığlığım dünyaya ulaştı”

“Milyonlara sesleniyor ve ilan ediyorum. Silahlı olanları yurttan çekilsin. Devrimden vazgeçmedik yeni bir devrim süreci başlıyor.”

“Türkiye halkı bilsin ki, Anadolu halkları 1000 yıllık Türk ve Kürt halkları İslam kardeşliği altında yaşamıştır ve yaşayacaktır.”

“Tarikatlar, uzakta kalanlar da bu süreçte, demokrasinin içinde yer alsın.”

 

Ne kadar tuhaf değil mi?

Daha düne kadar çocuklarımızın ölüm emrini veren bir adam bugün barış söylemleri ile çıkıyor karışımıza. Barışı sağlayan adam olarak çıkıyor. Yıllardır Kürt politikacıların söylediği gibi; muhatap Apo’dur artık. Özür var mı? Ben hiçbir satır arasında görmedim, göremedim.

Ve daha düne kadar “Pkk ile görüşen şerefsizdir” diyen yöneticilerin yönettiği bir ülkede yaşıyoruz.

Bugün verilen sözlerin hangisine inanacağız? Her şey karmakarışık olmadı mı?

 

Diyarbakır gösterisi belki de çok büyük tepkileri beraberinde getirecekti. Artık neredeyse azınlık halk muamelesi gören Türk’lerin de sesi çıkacaktı belki de.

Olmayacak şey oldu; İsrail özür diledi. Obama’nın İsrail ziyareti sırasında Netanyahu Başbakanımızı arayarak özür diledi yaşananlar için.

İkili ilişkilerde bile olsa sorulur, “neden”, “ne oldu” diye”? İsrail durup dururken neden özür diledi? Obama neden telefonu açıp Netenyahu’nun eline tutuşturdu? Kimse bu soruları sormadı.

Ve burada kazandığımız zafer ne? İsrail’in özür dilemesi ile ne kazandık biz? Furkan geri mi geldi?

Birçok soru var, cevabı yok.

Hemen açıklama yaptı Başbakanımız; “üzüntülerini bildirdiler, kabul etmedik, biz üzerine basa basa APOLOGY (özür) cümlesini kullanacaksınız dedik ve kullandırttık” dedi.

 

Bir gün önce APO’nun tarihi olarak addedilen açıklaması yapılıyor.

Bir gün sonra İsrail APOLOGY diyor.

İçimiz dışımız APO oldu farkında değiliz.

 

Mutlu olalım değil mi?

Barış geldi hayatımıza, diz çöktü İsrail önümüzde…

 

Neydi o küçük kızın adı; Polyanna değil mi?

 

Turgut Yüksekdağ / Twitter: @BBT1808


Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.