Kurşun Kalemler...

İlkokul yıllarımızdı, o zamanlar 8 yıllık zorunlu öğretime geçilmemiş, uçlu kalemler de henüz çıkmış fakat anaokulları gibi pek de yaygın değildi. Küçük kardeşim birinci sınıfa başlamıştı. Kalem kullanmasını bilmediği için defterine iki çizgi çekip hemen kaleminin ucunu tekrar açıyordu. Kurşun kalem kullanmakta marifet ister ya hal böyle olunca, her ödev yapışında bir kalem tüketiyordu.

Renk renk en kalitelilerinden kurşun kalemler alırdım. Öyle her çocuk gibi harçlığımı abur cubur şeylere harcamaz, bunun yerine kokulu silgiler, kalemler ve en güzellerinden kalem tıraşlar alırdım.

Yine bir gün okul dönüşü ödevlerimizi yapıyorduk. Kardeşim yanıbaşımda iki de bir kaleminin ucunu açıyor bir iki bişey karalayıp tekrar tekrar açacağa sarılıyordu ve nihayetinde de kalemin ucunu kıra kıra bitirmeyi başarmıştı. Yarım kalan ödevini tamamlamak için benden bir kalem ödünç istedi. Bende; Sen böyle resmen kalemleri yerken, ben sana kelam malem veremem, dedim. Bunun üzerine ağlayıp babaanneme, beni şikâyet etti.

Onlarca kalemim varmışta, ödevini yapması için bir tanesini iki dakikalığına vermiyormuşum!

Babaannem “Allah rahmet eylesin, doksan kusur yaşlarındaydı” çağırdı ikimizi de yanına ve şu hikâyeyi anlattı:

Hazreti Ali, bir gün evinin önünde ki hurma ağacının gölgesinde oturuyormuş.

O sıra da oradan geçen bir adam, yanına yaklaşır ve Ya Ali! Bana yardım et! çok açım, çocuklarımda aç, bana bir şeyler ver de karnımı doyurayım, der… Hz. Ali’de yanında ki çocuğuna dönerek; git yavrum içeri ve annene yiyecek bir şeyler vermesini söyle, der… Çocuk Hz. Fatima’nın yanına gider ve anne babam fakire vermek için bir şeyler istedi… Der. Hz. Fatima, evde yiyecek hiçbir şey kalmadı, sadece altı altınımız var, onunla da un alıp ekmek pişireceğim, babana öyle söyle, der…

Çocuk Hz. Ali’ye döner ve aynılarını iletir. Bunun üzerine Hz. Ali; Git annene söyle bakalım, yanındaki altı altına mı yoksa Allah’a mı güveniyor! sor bakalım, der...

Çocuk gidip bunları Hz. Fatima’ya söyleyince, Hz. Fatima, şöyle bir irkilir, tövbe eder, Allah’a sığınırım, der ve altınları çocukla babasına gönderir…

Fakir adam, altınları alıp sevinç için de oradan uzaklaşır. Aradan çok zaman geçmez, bir yabancı çok güzel ve süslü bir deveyi ipinden tutmuş, önünde yürüyerek Hz. Ali’ye doğru yaklaşır, tam yanına gelince Hz. Ali’ye döner ve – Ya Ali, bu deveyi beğendiysen, sana satayım…

Hz. Ali;

-          Deve çok güzel, ama param yok alamam,

Yabancı;

-          Olsun deveyi sana satayım, paran olunca ödersin, der…

Hz. Ali’de, yarı istekli bir şekilde kaça satıyorsun diye sorar ve adam da 140 altın ister. Hz. Ali, tamam o zaman bağla deveyi şuraya alıyorum, der… Yabancı, deveyi hurma ağacına bağlar ve hiçbir şey söylemeden yoluna devam eder. Hz. Ali daha ne olduğunu anlayamadan yine çok yakışıklı bir yabancı adam daha gelir ve devenin yanına yaklaşır.

Ya Ali, bu güzel deve senin mi? Yolda kaldım, sana 200 altın versem bu deveyi bana satar mısın? Diye sorar… Hz. Ali’de kabul eder ve deveyi hiç pazarlıksız satar, parayı aldığı gibi de deveyi ona veresiye satan adamın ardından gider. Adamı bulur ve deveyi sattım buyur, bu da senin alacağın diyerek, borcunu öder ve geriye kalan altmış altınla Hz. Fatima’nın yanına gider. Olup biteni anlatır ve Hz. Fatima, bütün bunlar karşısında adeta buz keser ve hiçbir şey söyleyemez. Tüm bu yaşananlardan sonra…

Allah’ın emriyle, Cebrail Aleyhisselam Hz. Muhammed (S.A.V.)’in yanına gider ve Allah’ın selamını getirdiğini ve az önce Hz. Ali’nin yaşadığı hikâyeyi olduğu gibi anlatır ve Allah’ın emri ile gidip deveyi satanın kendisi olduğunu ve ardından gelip deveyi alan kişinin de Hz. Mikail olduğunu söyler… Hz. Muhammed’e bu olayı ibret almaları için ümmetine anlatmasını da telkin eder.

 

Bu hikâyeyi anlatan ninem, sizin yapmış olduğunuz her bir yardımın on katını Yüce Rabbim size geri verir, demişti. Evet, Allah Hz. Ali’nin her bir altını için ona, tam on altın geri vermişti. Elimdeki kalemi kardeşime uzatarak, hiçbir şey söylemeden yanından uzaklaştım.

O gün akşam, babam eve döndüğünde iki düzine siyah kurşun kalem ve bir düzine de kırmızı kalem getirmişti. En sevdiğim renklerdi ve her biri ayrı ayrı renkte ve güzellikteydi. Ben kalemlerimi güzel kullanıyorum diye hepsini bana vermiş ve kardeşime de ödevlerinde yardımcı olmamı, ona kalem kullanmayı öğretmemi ve bir kaçını da kardeşime vermemi, tembihlemişti.

O zamanlar cep telefonu falan yoktu, ninemin babama ulaşıp böyle bir şey yapmasını istemesi de imkânsızdı. Kalemleri babamın elinden almış fakat hiç sevinememiş o an sadece, ninemin anlattığı bu hikâyeyi düşünmüştüm.

Dilek kapılarımı açıktı, yoksa başka bir ifadeyle eşref saat miydi bilmem ama “anlayana sivrisinek saz; anlamayana ise davul-zurna az” !denizbatu!

 

Kardeşlik ve yardımlaşma duygularından yoksun bir toplum, hiçbir zaman bir halkı oluşturamaz. !denizbatu!


Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.