Güzin Osmancık: "Yeryüzünde yaratılan ilk nesnendir kalem"

Güzin Osmancık: "Yeryüzünde yaratılan ilk nesnendir kalem"

Şirazi der ki; İki türlü insana dikkat edin. Biri savaşçılar diğeri yazarlar. Aslında ikisi de savaşçıdır. Biri silah ile, diğeri kalemi ile savaşır.

Kalem tutan el aslında kendinde olanı yazar. Ruhunu yazar, nefsini yazar, aklını yazar. İç dünyasını inancını akıtır kâğıda. Yazan sonsuza kadar yazdığından sorumludur.

Kalem iki ayrı kulvarda işlev görür. Kalemi ile savaşanlar, kalemi ile sanat yapanlar. Bazı şeyler laf ile anlatılmaz, kalem dili diye bir şey vardır

Kalemlerini hakkı ile kullananlardan birileri de hat sanatçılarıdır. Kuran-ı Kerim de geçen kalem suresi kaleme yemin eder.

“Nun. Kaleme ve satır, satır yazdıklarına and olsun”. Kuran-ı Kerimde ki sure Kaleme ve yazılanlara yemin ediyorsa bunda çok büyük sırlar vardır.

Kalem’e yemin edilmesinde ki sır nedir? Yazan bir el için bunda nice hikmetler vardır. Kalem, onu tutan elin, dili, kalbi, nefesidir. Dünyaya onunla mesaj verip toplumları yönlendirir.

Hat sanatçıları,” kalem suresinde geçen “nun” harfi, şekil itibari ile hokkadır” derler.

Ve kaleme” yaz” der Yaradan.  Kalem sorar,” ne yazayım?” der “Adımı yaz” buyurur yeniden.  Haşiyetinden yarılıp ikiye ayrılır kalem diye hikâye edilir bu olay. Bu sebeptendir ki hat sanatçılarının kamışlarının ortasına bıçakla açılmış bir kesik vardır.  Buna mürekkep yolu denir.

"Kalemin kendine has manevi bir kaynağı vardır. Yazan el için sadece bir aracıdır kalem” Eli görmeyen, [a1] kalem yazdı sanır” demiş Mevlâna Hz.

Ney ile kamış arasında bir benzerlik bir bağlantı vardır. Ney de kamıştandır. Ney kamıştan ilahi sesi üfler, kalem kamıştan kalpte ne varsa onu yazar. Ney nefes ile sırrı hakimdir, diğeri harf ile sırrı hakimdir. İkisinden de çıkan seste ilahi bir güzellik vardır.

Hat sanatında kamışın kullananın üzerinde manevi bir tesiri vardır.  O ilahi harfler kâğıda dökülürken kamıştan öyle bir ses çıkar ki hattatlar buna kalemin zikri derler.

Kalemin çıkardığı o sese hattatın kalbin bağlaması çok önemlidir. Her yaratılan nesne kendi hal lisanı ile konuşur. Yunus Emre’nin “sordum sarı çiçeğe” demesi çiçeğin lisanını duyması mıdır acaba?

Hat sanatı kendi içinde başlı başına bir sırdır. Cebrail a.s levh-i mahfuzdan dünya semasına inerken ki sırrı, Cenab-ı Hakkın kalemi olmasındandır belki de.

Osmanlı da Hat sanatı Orta Asya dan kendilerine bir yerleşim yeri bulmak için gelen Şeyh Hamdullah Efendi ile başlar. Zamanın Padişahı Beyazıt Han yazılarından Şeyh Hamdullah’ı fark eder.  

Onu sarayına davet ederek yazılarında biraz değişiklik yapmasını ister.”. Bu yazılar daha ince ve zarif yazılabilir mi” diye sorar. Şeyh Hamdullah Efendi “bana 40 gün müsaade buyurun” der.

Rivayete göre manevi yardım aldığı söylenir. Beyazıt han yazılarını o kadar çok beğenir ki onu alıp saraya yerleştirir. Ve İstanbul da hat sanatı böyle başlar. Şeyh Hamdullah Efendi, Osmanlıda Hat Mektebinin ilk kurucusudur. Ondan tam 150 yıl sonra gelecek bir Hat sanatçısı vardır ki hat sanatında efsane olmuştur.

Hafız Osman

Haseki Sultan Cami müezzini olan Ali efendinin oğludur Hafız Osman. (1642 -1698)   İlk eğitimini çocukluk yaşlarında Köprülü Zade Fazıl Mustafa Paşa medresesinde alır. O kadar başarılıdır ki, 18 yaşına geldiğinde kendisine icazeti verilir. Oysa ki bir hattatın icazetini alması neredeyse yıllarca sürer.

Hafız Osman, Şeyh Hamdullah Efendinin eserlerini taklit ederek hat sanatının inceliklerini ondan öğrenir. Hat sanatçılarının kendi üslubunu bir tarafa bırakıp başka bir üstadın eserini taklit edebilmesi makbul bir davranış olarak görülmüştür.

Kahire’yi ziyareti sırasında orada ki hatlardan etkilenir. Hicaza yaptığı seyahatte ise üslubunu tamamen oturtmuştur. 1694 yılında Padişah II. Mustafa tarafından Hüsn-i hat muallimliğine atanır. Şeyh-i sani (ikinci şeyh) namıyla anılır. Sulüs nesih dalında ki eserleri birer efsanedir.

 Hafız Osman Sultan III. Ahmed’e hat hocalığı yaptığı sırada, Sultan da hocasının hokkasını tutar ve bir yandan da hocasına iltifat eder.” Bir daha kâinata hocam gibi bir hattat gelmez” der. Hafız Osman ise Padişaha cevaben “Hattatın hokkasını tutan sultanlar olduğu müddetçe bu ülkede binlerce hattat yetişir.” cevabını verir.

Osmanlı da padişahların mutlaka bir sanat dalı ile uğraşmaları gerekirdi. Bunun sebebi, kalplerindeki gurur ve kibir, hırsın, tamiri içindi. Çünkü sanatla uğraşan kişinin gönlü tamir olur, bunun için de mutlaka her sultana bir sanat dalı öğretilirdi.

Osmanlı da 36 Padişahtan 18 tanesi eser veren büyük hattatlardandır. Sanatçının gurur kibir ve hırstan uzak olması çok önemlidir demiştik ya.

Hafız Osman Her Pazar yoksul çocuklara, çarşamba günü ise varlıklı çocuklara hiçbir ücret almaksızın der verirmiş. O kadar hat sanatına kalbini vermiştir ki, karlı bir kış günü Hasekiden Eyüp semtine kadar yalınayak yürüyerek derse gittiği rivayet edilir.

Hafız Osman’ın çok bilindik bir de hikayesi vardır.

Günün birinde Hafız Osman Üsküdar’dan Saray burnuna saraya ders vermek üzere gidecektir. Kıyıya geldiğinde birde bakar ki cebinde beş akçe parası yok.  

Kayıkçıya “Evladım akçelerimi evde unutmuşum, beni karşıya götürür müsün?” diye sorar. “Akçem yok, ama hokkam ve kalemim elimde, bedava geçmem” der.

Bundan hiçbir şey anlamayan kayıkçı. “Bunlar ne işe yarayacak ki baba” diye sorar. Hafız Osman da “Sana bir vav harfi çizeyim. Müsait bir vaktinde onu Bedestan’a müzayedeye götür, ödeşelim” der. Bu sözlerden hiçbir şey anlamayan kayıkçı “Atla o zaman baba” diye Hafız Osman’ı kayığına alır.

Günün birin de kayıkçının yolu bedestan’a düşer. Elinde ki vav harfini gösterir göstermez müzayede de bir hareketlenme başlar. Yazıyı arttıran arttırana ve nihayet kayıkçının eline üç kayık alacak kadar bir para geçer.

Bun dan sonrasında kayıkçı her gün kıyıda Hafız Osman’ı bekler ama Hafız Osman “O bir defa olur” diyerek karşıya akçesini vererek geçer. İşte kalemden dökülen her harf ruhun fısıltısıdır, harflerin melodisidir.

Bir gün olsun kalemini hokkasını elinden düşürmeyen Hafız Osman ilk Kuran-ı Kerimi İstanbul’da yazar. Hat sanatının peşinden getirdiği 2 ayrı sanat dalı daha vardır ki bu üçü birbirinden ayrılamaz. Tezhip ve ebru sanatı.  

Yine bir gün Hafız Osman padişahtan yazdığı Kuran-ı Kerimin ücreti yerine kendisini Sürre-i Hümayün  alayı ile hacca göndermesini ister. Kendisine hediye ettiği Kuran-ı Kerimi inceleyen padişah orada bir vav harfinin eksikliğini fark eder.

Beldedeki bütün hattatlardan eksik olan vav harfinin yerinin doldurulmasını ister. Ama hiçbiri Hafız Osman’ın yazdığı vav harfinin yerini dolduramazlar. Bunun üzerine padişah ”Bana her gün şikayet ettiğiniz hattat işte bu. Onun yaptığı bir vav harfini dahi taklit edemediniz “der.

Ünlü sanatçı Pablo Picasso, sanatın ulaşabileceği en son nokta hat sanatıdır der. Hattatlar kamışlarını yontarken çıkan parçaları asla çöpe atmazlar. Kamışın kesim eğimi orta parmak ile işaret parmağı arasında ki eğim kadardır. Hat sanatında her şey bir ritüele bağlıdır.

“Er odur ki dünyada koya bir eser, esersiz kişinin yerinde yeller eser.” derler. Hat sanatında altı çeşit yazı türü vardır ki bunlar Aklam-i Sitte adı altında anılır. Bunlar sülüs, nesih, reyhani, tevki, rik’a dır. Nesih: Saltanat yazısıdır.

Aynı zamanda Kuran-ı Kerim ve edebiyat da kullanılır. Tevki: Osmanlı divani yazısıdır. Fermanlarda kullanılır. Sülüs: Genellikle kitabe ve levhalarda kullanılır.

Osmanlı hattatlarının rağbet ettikleri yazı şeklidir. Reyhani: İnce kalemle yazılan metin yazılarıdır. Tevki: Bu yazı şekli daha çok halife ve vezir mektupları gibi devlet belgelerinde kullanılır. Rik’a: Kolay ve hızlı yazmaya uygun olduğu için genellikle dualarda kitaplarda icazetnamelerde kullanılır.

Reyhani: küçük olarak yazılan yazılardır. Camilerde celi sülüs kullanılır.    

İnsanlığa bir şey anlatmanın en kalıcı yolu sanattır. Geçmişi geleceğe de taşıyan da onlardır. Osmanlıda padişahlar hep sanatçıların yanında olmuş, onları maddi ve manevi olarak eksikliklerini gidermiş, saltanat ve sanat hep aynı paralelde gitmiştir.

Padişahın sanatçının hokkasını tutması da aslında burada remz edilmiş. Devletin başında olanların sanatçılara, yazarlara adeta yardım etmesi işlerini kolaylaştırmak için arkalarında durmaları için anlatılan bir kıssadır diye düşünüyorum.

Geçmişi geleceğe taşıyan en güzel vasıta değil midir yazılanlar. Belgeler ışığında görürüz geleceği. Bugün ülkemize gelen bütün turistler tarihi kimliğimizin peşinde değiller mi?

İnsanlığa hizmet için yazmak gerek. Bildiklerini hissettiklerini düşündüklerini yazmak gerek. Ama doğruyu, güzeli, Haktan yana olanı yazmak gerek. Kalem tutan ele selam olsun.

Kültür Sanat Yazarı

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
7 Yorum